enjeu oor Turks

enjeu

/ɑ̃.ʒø/ naamwoord manlike

voorbeelde

Quand l'enjeu sera plus élevé... elle se souviendra combien c'était facile et jouissif.
Gelecek sefer birşey olduğunda geriye bakıp kendini güçlü hissedecek.

Il n'y a pas de véritable enjeu ici.
Burada gerçekten tehlikeye atılan bir şey yok.

C'est ma réputation qui est enjeu.
İtibarım söz konusu.

M. le Vice-Président, les enjeux sont trop gros pour que cette décision soit basée sur votre jugement personnel uniquement.
Sayın Başkan Yardımcısı, kişisel yargınıza dayanan böyle bir kararın riski çok büyük.

Les enjeux sont très élevés pour moi.
Kaybedecek çok şeyim var.

Bien sûr, nous sommes conscients des complications et des enjeux.
Tabii ki mevcut durumun ve doğabilecek sorunların farkındayız.

Quel est l'enjeu de la compétition?
İki şirketin yarış içinde olduğu şey neydi?

L’objectif poursuivi ? “ Il est de l’intérêt de l’humanité tout entière, dit le traité, que l’Antarctique soit à jamais réservé aux seules activités pacifiques et ne devienne ni le théâtre ni l’enjeu de différends internationaux. ”
Bu antlaşmanın amacı, “Antarktika’nın tüm insanlığın yararına, sadece barışçı amaçlar için sonsuza dek kullanılmaya devam etmesini ve uluslararası anlaşmazlıkların yeri veya hedefi haline gelmemesini sağlamaktır.”

80% de réussite n'est pas un mauvais résultat compte tenu de l'enjeu.
Böyle bir deneme yanılmada% 80'lik bir başarı oranının o kadar da kötü olmadığı söylenebilir.

Les enjeux sont bien trop grands.
Bundan daha azı için göze alınamayacak kadar tehlikeye atılıyoruz.

L'enjeu est trop grand.
Böyle bir riski göze alamam.

L'enjeu dépasse largement mon cas personnel.
Bildiğin gibi, burada işimden daha fazla tehlikede olan şeyler de var.

Je n'arrêtais pas de les croiser dans des parties à gros enjeux.
Yüksek bahisli oyunlarda hep karşılaşırdık.

Voilà l' enjeu
İddia bu işte

Le peuple décide de la moralité des enjeux d' aujourd' hui mais non un seul individu
Günümüzde, manevi kriterlere, tek kişilik...... çoğunluklar değil, halk karar veriyor

Il y a de gros enjeux à la clé.
Bu işten iyi para kaldıracağız.

Les frères Mac Namara vous invitent à une nouvelle nuit... d'enjeux délirants!
Bayanlar Baylar, MacNamara Kardeşler yüksek bahisli ve gerilimli bir geceye daha hoşgeldiniz diyor!

Avant de vous engager dans une réponse, les enjeux pourraient vous rafraîchir la mémoire et vous rappeler une situation différente de ce que vous avez dit à Robert.
Cevap vermeden önce, belki bu risk hafızanızı tazeler ve Robert'a ilk söylediklerinizden farklı şeyleri yeniden hatırlatır.

L'enjeu est la montre en or de M. Potts et le fusil de l'Apache avec la crosse incrustée d'argent.
Bay Potts'un altιn demiryolu saati... ve Apaçi'nin gümüş kakmalι tüfeği ödül olarak kondu.

L'enjeu: l'avenir de l'économie française.» 18.
Söz konusu olan: Fransız ekonomi sinin geleceği.”

Et en fait, les économistes expérimentaux ont fait cette experience autour du monde, et pour des enjeux beaucoup plus élevés, et le consensus était que le transfert de la première personne vers la seconde mesurait la confiance, tandis que le transfert de la deuxième personne à la première mesurait la fiabilité.
Aslında, deneyci iktisatçılar bu testi dünyanın çeşitli yerlerinde yapmışlardı ve hem de daha fazla ödüllendirme ile, ve ortak görüş şöyleydi: birinci kişiden ikinci kişiye ölçülen değer, güvenin ölçüsüdür, ve ikinci kişiden birinci kişiye aktarılan ise güvenilirliği ölçer.

C'était un des enjeux.
İşte bunun anlamı biraz da bu.

Il y a trop d'enjeux pour nous tous.
Hepimizi için çok büyük riskler var.

S'il était toujours vivant, je voulais l'écarter des enjeux.
Eğer hala hayattaysa, örgütle bağı kesilsin istedim.

Vous vouliez que je pense n'être rien pour lui, car vous aviez votre propre enjeu complexe.
Onun için birşey ifade etmediğimi hissetmemi sağladın çünkü kendi karmaşık oyununu oynuyordun.