beau oor Turks

beau

/bo/ adjektief, naamwoord manlike

Qui a des propriétés sympathiques ou positives (spécifiquement en rapport avec les sens, et principalement celui de la vue).

Vertalings in die woordeboek Frans - Turks

güzel

adjektief

Elle a l'air vraiment belle en kimono japonais.
O bir Japon kimonosunun içinde kesinlikle güzel görünüyor.

yakışıklı

adjektief

Lorsqu'elle leva les yeux, elle vit un beau jeune homme la regarder du haut de son balcon.
O yukarıya baktığında, balkonundan ona bakan yakışıklı genç bir adam gördü.

iyi

naamwoord

Je compte y aller demain s'il fait beau temps.
Eğer hava iyi olursa yarın gitmeye niyetliyim.

elverişli · yahşi · güzellik · bebek

Soortgelyke frases

beau-frère
bacanak · elti · enişte · kayın · kayınbirader

Les Plus Belles Années de notre vie
Hayatımızın En Güzel Yılları

d'une belle carrure
geniş omuzlu

belle-fille
gelin · üvey evlat · üvey kız · üvey çocuk

La Belle au bois dormant
Uyuyan Güzel

bel et bien
adam akıllı

quelle belle journée
ne güzel bir gün · ne harika bir gün

Bel canto
Belcanto

beau monde
sosyete

voorbeelde

Tu trouveras l'amour un de ces beaux jours.
Bir gün aşkı yeniden bulursun.

Beau travail, monsieur.
Tebrik ederim, bayım.

C'était si beau après les ténèbres et les relents de peur.
Karanlıktan ve korkunun kokusundan sonra öyle güzel geldi ki.

On a beau secouer, on obtient un chiffre impair.
Ne kadar sallasan da her zaman üç geliyor.

Quand on pense à des gens qui sont morts, on ne peut pas s'empêcher de peindre un beau halo autour d'eux.
Geçmişteki insanları düşündüğünüz zaman etraflarını toz pembe sahte bir ışıltıyla boyamaktan başka bir şey yapamıyorsunuz.

Inspecteur, j'ai beau être une vieille fille je sais distinguer le batifolage du meurtre. Bien sûr madame...
Komiser, bana kız kurusu denilebilir belki ama cilveleşme ile cinayetin farkını bilirim.

Fais de beaux rêves.
Tatlı rüyalar.

Il fait beau.
Dışarıda hava güzel.

" Compte jusqu'à trois, beau gosse. "
Üçüncü olarak, yakışıklı.

J' ai tellement plus confiance, quand je te regarde dans les yeux, je peux voir comme je suis beau
Gözlerine bakınca kendimi çok güvende hissediyorum.Ne kadar iyi olduğumu görebileceğim

Mais les dialogues sont beaux.
Güzel diyalog, ama.

On ne peut être plus beau que vous n'êtes!
Kimse sizden daha yakışıklı olamaz.

C'est un beau château?
Güzel bir kale oldu mu?

John est mon beau-père et il respecte l'ancien ordre.
John benim kayınpederim ve eski kafalı biridir.

Ce qu'il est beau.
Oh... O çok güzel.

Beau boulot.
İyi iş.

Moïse demanda à son beau-frère, ........, de servir d’........ pour les Israélites lorsqu’ils quittèrent le Sinaï et se dirigèrent vers ......... [ad p.
İsa’yı tutuklayanların elinden kaçan “genç” herhalde . . . . . . . idi.

Pourrais-tu pour une fois ignorer ton coeur de pierre noir et dire, " Félicitation, beau gosse "?
Bir kez o taş kalbinin derinine inip " tebrikler, yakışıklı " diyemez misin?

C'est un beau costume.
Güzel smokin.

(Matthieu 16:16.) Et vous aurez beau chercher, vous ne lirez nulle part que Jésus ait affirmé être Dieu.
(Matta 16:16) Ne kadar araştırırsak araştıralım, İsa’nın Tanrı olduğunu iddia ettiğine hiçbir yerde rastlayamayacağız.

Très beau pays.
Güzel bir ülke.

Mais c'était juste après Pâques et j'avais rapporté un beau butin.
Ama Paskalya zamanıydı. Çok büyük mal kaldırmıştım.

Les érables y sont si beaux.
Oradaki akçaağaçlar çok güzelidir.

Beau boulot.
Aferin sana.

C'était le plus beau jour de ma vie!
Hayatımın en güzel günüydü!