desazón oor Turks

desazón

naamwoord vroulike

Vertalings in die woordeboek Spaans - Turks

iğrenme

iğrenti

tiksinme

huzursuzluk · tiksinti · telaş · korku

voorbeelde

Ahora la vemos crecer y crecer, y así crecen también nuestros temores y nuestra desazón.
Anık büyüyor ve koyulaşıyor; o yüzden bizim de korkumuz ve endişemiz artıyor.

Mientras salía de la habitación, el señor Coxe dijo, con cierta desazón: —¿Tengo que darle una corona a Bethia?
Odadan çıkarken rahatsız bir şekilde “Bethia’ya bir peni verebilir miyim?”

Debido a la sequía, al hambre y la desazón que sufre mi pueblo además de las exigencias de los extranjeros, no es posible que las cosas se calmen en Pekín.
Bir tarafta kuraklık nedeniyle halkın açlığı diğer yanda dış güçlerin acımasız talepleri. Pekin'de durumun, bu şartlar altında sakinleşmesi beklenemez.

El astrónomo Robert Jastrow dice: “Para desazón suya, [los científicos] no tienen respuesta clara, porque los químicos nunca han logrado reproducir los experimentos de la naturaleza sobre la creación de la vida desde materia inanimada.
Astronom Robert Jastrow şunları söyledi: “[Bilim insanları] açık ve net bir cevap bulamadıklarından hayal kırıklığına uğramışlardır; doğanın cansız maddeden yaşam yaratma deneylerini kimyacılar asla tekrarlayamadılar.

Pero nada de esto llega al concepto budista del nirvana, cuya profundidad desazona.
Yine de bunlardan hiçbiri Nirvana'nın budist anlayışının acayip derinliğine yaklaşamaz.

La desazón Ilegaba...... hasta al gran palacio de Hur...... hogar durante siglos...... de una poderosa dinastía de príncipes judíos
YüzyiIIarca Yahudi prensIerinin...... evi ve güçIü siniri oIan...... Büyük Hur sarayinda biIe...... rahatsizIik vardi

Viéndola agitada, además, me agito yo también; su mirada asustada me causa desazón.
Onun telaşla çırpınması beni de huzursuz ediyor, ürkek bakışları beni utandırıyor.

-Luego recordó algo con un poco de desazón y orgullo-: Pero mi padre no lo habría entendido.
"Sonra, biraz sıkıntı ve gururla hatırladı: ""Ama babam anlardı."

Confío que no habrá más desazón.
Umarım bir daha kabalık etmezsiniz.

Sólo Nkoos Pezulu puede curar la desazón de Jonah...
Jonah’ın böceğini sadece Nkoos Pzeulu tedavi edebilir...

Se había sacado el reloj del bolsillo y lo consultaba con desazón, dándole sacudidas y llevándoselo al oído.
Cebinden bir saat çıkarmış, tasalı tasalı ona bakıyor, ikide bir başını sallayarak kulağına götürüyordu.

¿Pero no recuerdas el aburrimiento, el tedio, la desazón intelectual?
Oh, ama, Bart, o sıkıcılığı, iç karartıcılığı... o entellektüel kaygısızlığı hatırlamıyor musun?

Pero todo el pueblo estaba preparándose para la boda de Korkut, y eso le causaba cierta desazón.
Ama bütün köy Korkut’un düğününe hazırlanıyor, bu da onu huzursuz ediyordu.

La desazón Ilegaba hasta al gran palacio de Hur hogar durante siglos de una poderosa dinastía de príncipes judíos.
YüzyiIIarca Yahudi prensIerinin evi ve güçIü siniri oIan Büyük Hur sarayinda biIe rahatsizIik vardi.

Y todo él dinero sucio que anda dando vueltas, los dividendos de la desazón y el dolor, hemos visto eso también.
Ortaya pislik saçan bütün o baş ağrısı ve acının kârı olan kirli parayı da gördük.

Entonces, los sartán penetraron en ella y descubrieron, con perplejidad y pánico y desazón, que no estaban solos.
Sartanlar içine girdiler ve şaşkınlık, dehşet ve utanç içinde, yalnız olmadıklarını anladılar.

Mearte en la tumba de tu mejor amigo y de la persona más admirada que hayas conocido ¿eso no te causa desazón?
En iyi arkadaşının, tanıdığın en sevilen insanın, mezarında altına işemek, üzüntü yaratacak bir şey değil midir?

Fue anticipando en su mente todo cuanto iba a ver durante la hora siguiente, lo cual le causó desazón.
Bir sonraki saat boyunca göreceği herşeyi tahmin edebiliyor ve bu tahmin onu rahatsız ediyordu.

Por lo tanto, el carácter inevitable de la muerte ha creado en los seres humanos un conflicto interno, una continua desazón.
Bu nedenle, ölümün kaçınılmaz oluşu insanlarda bir iç çatışma, sürekli bir uyumsuzluk duygusu yaratır.

La capacidad y desazón de sentirse perdido es su trágico destino y su ilustre privilegio.
Kendini yitmiş duyma yeteneği ve tedirginliği, insanoğlunun trajik yazgısı, aynı zamanda da yüce ayrıcalığıdır.

Vimos Desazón a los 20 años y fuimos al Salón Persa.
Tiyatroya, sonra da The Persian Room'a.

Roger se sintió tan mal que el disgusto aumentó su desazón física.
Roger kendini o kadar kötü hissetmişti ki, üzüntüsü fiziksel rahatsızlığını büsbütün artırmıştı.

De aburrimiento, autocompasión, desazón, obsesión...
Sıkıcılığı, kendine acımayı, bunalımı, saplantıları...

Volvió a experimentar aquella ligera desazón, aquella absurda sensación de que alguien la manipulaba.
O huzursuzluk duygusu, sanki biri tarafından yönetiliyormuş gibi o saçma duygu bir-kez daha yokladı kadını.

La muerte de Adelmo ha causado gran desazón espiritual en mi grey.
Peder Adelmo'nun ölümü cemaatim üstünde ruhani bir huzursuzluğa neden oldu.