aguantar oor Turks

aguantar

/aɣwantár/ werkwoord

Sufrir o enfrentar.

Vertalings in die woordeboek Spaans - Turks

dayanmak

Verb

Adaptarse a algo o alguien desagradable.

Kişinin hoşlanmadığı veya ona rahatsızlık veren bir şeyin devamına, müdahalede bulunmadan, izin vermek.

Balboa debe de estar en buena forma para aguantar esta carnicería.
Balboa'nın bu katliama dayanmak için çok formda olması gerek.

katlanmak

werkwoord

Adaptarse a algo o alguien desagradable.

Kişinin hoşlanmadığı veya ona rahatsızlık veren bir şeyin devamına, müdahalede bulunmadan, izin vermek.

Supongo que tendré que seguir aguantando su conocida insolencia y ser tratado como su ayudante de investigación.
Sanırım küstahlığına katlanıp onun araştırma asistanı gibi muamele görmeye katlanmak zorundayım.

tahammül etmek

Adaptarse a algo o alguien desagradable.

Kişinin hoşlanmadığı veya ona rahatsızlık veren bir şeyin devamına, müdahalede bulunmadan, izin vermek.

Ya aguanté suficiente de esta locura, y haré algo al respecto.
Bu deliliğe yeterince tahammül ettim, ve artık bu konuda bir şey yapacağım.

tutmak

werkwoord

¿Por cuánto tiempo aguantará esta cuerda?
Bu ip ne kadar tutacak?

kaldırmak

werkwoord

Adaptarse a algo o alguien desagradable.

Kişinin hoşlanmadığı veya ona rahatsızlık veren bir şeyin devamına, müdahalede bulunmadan, izin vermek.

Hay que ser muy valiente para aguantar ese corte de pelo.
O saç kesimi kaldırmak için sert bir birey gerekir.

voorbeelde

Con unos cuantos rublos en el bolsillo, ¿cuánto tiempo podría aguantar antes de morirse de hambre?
Cebindeki birkaç rubleyle açlıktan ölmeden ne kadar dayanabilirdi?

¿Puedes aguantar hasta entonces?
O zamana kadar dayanabilir misin?

Miles, no voy a aguantar despierta mucho tiempo más.
Miles, daha fazla uyanık kalamam.

¿Creías que podría aguantar una eternidad escuchando esas tonterías?
Gerçekten bu zırvalıklara sonsuza kadar katlanacağımı sanmıyordun değil mi?

Así podremos aguantar hasta que termine la guerra entre la verdad y la mentira.
Bu şekilde, hakikat ile yalancılık arasındaki savaş bitene dek dayanacağız.

No sé cuánto tiempo voy a poder aguantar... —Voy para allá.
“Daha ne kadar dayanınm bilemiyorum...”

Si puedo aguantar tanto.
Eğer o kadar dayanabilirsem.

Con una herida así, no aguantará mucho más.
Böyle bir yarayla uzun süre yaşayamaz.

No podía aguantar viéndote así y me sentía un poco responsable.
Seni böyle görmeye daha fazla dayanamadım, ve bir nebze de olsa sorumluluk hissettim.

Las puertas no se va a aguantar.
Kapılar fazla dayanmaz.

Piiparinen, ¡ la puerta no aguantará!
Piiparinen, kapı dayanmıyor!

Fortalecido para aguantar más dificultades
İlerideki Denemeler İçin Güçlendiriliyorum

»Ni mi razón ni mis nervios pueden aguantar este tipo de guerra.
Benim ne kafa yapım, ne sinirlerim böyle bir savaşı kaldırır.

Expresan la idea de que, puesto que Jehová es un Dios muy amoroso, de seguro no requeriría que todo el que quisiera agradarle participara en una obra tan difícil como la de predicar de casa en casa y tuviera que aguantar la persecución de los que se oponen a la verdad.
Yehova çok sevgi dolu bir Tanrı olduğu için Kendisini memnun etmek isteyen herkesin evden eve va’zetme gibi güç bir işe katılmaları ve hakikate karşı koyanlardan zulüm görmelerini herhalde emretmiş olamayacağı düşüncesini aşılarlar.

Me digo a mí mismo que debo tratar de aguantar la situación, por el bien de mis hijas.
Kendime her şeyi bir arada tutmalıyım, diyorum... Çocukların iyiliği için.

No puedo aguantar esta mierda un minuto más.
Bu saçmalığa daha fazla dayanamayacağım.

solo va a aguantar unos segundos.
Yani, çok az vaktimiz var, sadece son birkaç saniye şansımız olacak.

Balboa debe de estar en buena forma para aguantar esta carnicería
Balboa' nın bu katliama dayanmak için çok formda olması gerek

Lo que tengo que aguantar por 30 dólares al mes.
Ayda 30 dolara katlandığım şeye bak.

¿Cuánto tiempo crees que puedes aguantar?
Daha ne kadar tutabilirsin?

Reemplazan a los directores y vosotras tenéis que aguantar.
Yönetmen değiştirilir, sizde buna uymak zorundasınız.

Tú hiciste que ya no quisiera aguantar más.
Öyle bir ayarladın ki, artık yaşamak istemiyordu.

La paciencia ayuda al publicador del Reino a aguantar la indiferencia y la oposición.
Sabır, Gökteki Krallığın müjdecisinin karşılaşacağı herhangi bir kayıtsızlık veya muhalefete katlanmasına yardım eder.

No, aguantaré hasta el final.
Hayır, payıma düşen işi yapacağım.

Mitani Jokyu dijo: «Aunque un hombre esté enfermo de muerte, todavía puede aguantar dos o tres días».
Cokyu Mitani, “Hastalıktan ölürken bile iki üç gün dayanmak gerek.” demişti.